Bass gitarla hançerlenme keyfi sadece bu blogda, kötülüğün her türlüsüne karşı bu dünyada şarkılarla beynimizi ayakta tutma ihtimalinin güzelliğine ithafen, analar analarımız...
Yarımküre değiştirdim ve hala aynı olduğuma şaşırıyorum.
Ya da değilim ve kendimi bilmiyorum.
Siyasi tutukluğa, tutukluluğa ve akıl tutulmasına karşı yapacak hiçbir şeyim yok. Müzik iyileştirir mi, sanmıyorum.
Garip bir dinsellikle ilgileniyorum şimdi, işe yarayacağından değil, belki en banalinden kaçış.
Bu teyp kendi hikayesini böyle -kimine göre zoraki, bana göre gayrı ihtiyari- oluşturdu. Kenara not ettiğim parçaları birbirine eklerken bir anda nasıl da ilmeklendiklerini fark edip sevindim ve bu işte bir hayır vardır muhakkak dedim. Benim inancım da bu kadar.
Bireyin manasızlaştığı yerde ferdi tuhaflıklara ve sevilen suniliklere övgü.
The Last Minute Show, 18 Ekim 2016, Emisiones Cacatúa (www.tea-tron.com/emisionescacatua/blog/)
* Some tunes I recorded from the radio, June 2016
* Tamara Lowe - One Minute Sermon, at YouTube
* Field recording of birds of Melbourne, by the Yarra River, July 2016
* Field recording of birds of Ubud, Bali, July 2016
* Alessandro Bosetti - Laida and Mikel looking for rhymes (Basque, Laida Juanikorena Agirre, Mikel Azcona) [Zwölfzungen, 2010]
* Doris Prechel - Ammi-ditāna's hymn to Ištar
* Lena Platonos - Witches [Gallop, 1985]
* Field recording of Gamelan orchestra at Barong Festival, Taman Ayun Temple, Mengwi, Bali, July 2016
* Skit from Pola X
* Clip from "Abraham Hicks - Efficient Ways to Focus, at YouTube"
* Gerard Grisey - Vortex Temporum for 6 instruments (E. Recherche) (1994-96) - I. (to G. Zinsstag)
* Gerard Grisey - Les chants de l'amour for 12 voices and tape (1982-84) - I.
* Mitski - My Body's Made of Crushed Little Stars [Puberty 2, 2016]
aslında dil tutuluyor, belki tutulması da gerekiyor, bilemiyorum. geçen pazarki boğaz düğümüne denk gelen mecburi radyo yayını bana yukarıdakini yaptırtmıştı. bugünse böyle bir şey yaptığım için utandım neredeyse. yani söz söylemeye çalışmak ses çıkarmak bütün bunların sağaltıcılığına şüphe düşüren sıklıkta patlamalar söz konusu. ve bunların hiçbiri, hiçbirimizin ne sorumluluğu ne kontrolü dahilinde.
benim ülkem böyle değildi. yani ilk kez benim ülkem dedirtti. bir ülkemiz varmış aslında, çok eleştirsek de, milliyetçilikten en uzak kaçış halinde olduğumuzda da, bir zamanlar, bir ülkemiz bir toplumumuz ve birçok şehirlerimiz varmış, şimdi elimizden kaydığını hissettiğimiz.
yukarıdaki kolajda, "How Ideology Moved Our Collective Body" filminden bir kesit var. film, yugoslavya'da komünizmin sosyal koreografilerine bakarken, komünizmin yıkılışı esnasındaki bir başka koreografiyle bitiyor. filmin son beş dakikasında, devlet binalarını yağmalayan, agresif enerjili bir grup adamı izliyoruz. yönetmen, komünizmden kapitalizmin kucağına atlarken ne değişti, ne iyileşti bunu soruyor, soru açık. tüm film, o beş dakikada saklı.
bazı şeylerin bu kadar benzer olması absürt hissettiriyor. her tasfiyenin bir nedeni var. her boşluk dolar. güçsüzler yine güçsüz. ölenler, bedenleri parçalananlar, bedenleri evlere veya sığınaklara hapsolanlar yine halk. en az on yıldır coşkuyla, o filmin beş dakikasındaki adamların vandallığına benzer sembolik bir hoyratlıkla her şeye saldıran bir grup adam yüzünden ölüyoruz şimdi. komünizm gitti mi gitti, militerler gitti mi gitti, evet. şimdi ideoloji bedenimizi hareket ettirmemize bile izin vermiyor. (bu cümlelerden nostalji çıkarana aşkolsun, o ayrı)
bir sürü özgürlükten mahrum olduğumuz, yine bir sürü arkadaşımızın tutuklandığı, yine gösterilere 1 mayıslara polisin saldırdığı yılları bile bir lüks, bir rahatlık gibi algılatacak denli günleri ve sokakları kararttılar. yani bu kadarını mı hak etmişiz yaşamın. mahçubiyet içindeyim. kime, neye mahçubum bilemiyorum. belki de "daha bu iyi zamanlarımızmış" dediğim zamanlarda yeterince ses çıkarmadığım için mi. bireysel bunalımlarla enerjimi harcadığım, hayattaki mücadelenin gerçek hedefini göremediğim için mi. ifadenin, sanatın hazdan öte ereklerini yeterince irdelemediğim için mi. okulda ve işte karşılaştığım insanların retorik hamlelerle hükümeti savunuşlarına tam cevap vermeyi bilemediğimden, ne yapsam onlara anlatamadığımdan, en sonunda da pes ettiğimden mi. hayatta kaldığımdan mı. bodrum katlarında yahut meydanlarda ölmediğimden mi.
bir şey diyemezdim ben, ses çıkarmayı hakkım göremezdim, ama kendimle duramıyorum artık, belki buncacık "rahatlama"yı bile hak etmiyorum, ama elimde olmadan buraya yöneldim. yıllardır yazmadığım bu bloga. küçücük bir kutudan medet umar ve bulur hale geldim. yani bütün bunları ifade etmeli miyim, zamanı mı, yeri mi, uygun mu, hala emin değilim. bu sadece bir çığlık atma eylemi benim için. muhattabı bile olması gerekli değil.