" denizin ortasında, mumyalar sofrasında"

delirmiyelim diye:



aslında dil tutuluyor, belki tutulması da gerekiyor, bilemiyorum. geçen pazarki boğaz düğümüne denk gelen mecburi radyo yayını bana yukarıdakini yaptırtmıştı. bugünse böyle bir şey yaptığım için utandım neredeyse. yani söz söylemeye çalışmak ses çıkarmak bütün bunların sağaltıcılığına şüphe düşüren sıklıkta patlamalar söz konusu. ve bunların hiçbiri, hiçbirimizin ne sorumluluğu ne kontrolü dahilinde.

benim ülkem böyle değildi. yani ilk kez benim ülkem dedirtti. bir ülkemiz varmış aslında, çok eleştirsek de, milliyetçilikten en uzak kaçış halinde olduğumuzda da, bir zamanlar, bir ülkemiz bir toplumumuz ve birçok şehirlerimiz varmış, şimdi elimizden kaydığını hissettiğimiz.

yukarıdaki kolajda, "How Ideology Moved Our Collective Body" filminden bir kesit var. film, yugoslavya'da komünizmin sosyal koreografilerine bakarken, komünizmin yıkılışı esnasındaki bir başka koreografiyle bitiyor. filmin son beş dakikasında, devlet binalarını yağmalayan, agresif enerjili bir grup adamı izliyoruz. yönetmen, komünizmden kapitalizmin kucağına atlarken ne değişti, ne iyileşti bunu soruyor, soru açık. tüm film, o beş dakikada saklı.

bazı şeylerin bu kadar benzer olması absürt hissettiriyor. her tasfiyenin bir nedeni var. her boşluk dolar. güçsüzler yine güçsüz. ölenler, bedenleri parçalananlar, bedenleri evlere veya sığınaklara hapsolanlar yine halk. en az on yıldır coşkuyla, o filmin beş dakikasındaki adamların vandallığına benzer sembolik bir hoyratlıkla her şeye saldıran bir grup adam yüzünden ölüyoruz şimdi. komünizm gitti mi gitti, militerler gitti mi gitti, evet. şimdi ideoloji bedenimizi hareket ettirmemize bile izin vermiyor. (bu cümlelerden nostalji çıkarana aşkolsun, o ayrı)

bir sürü özgürlükten mahrum olduğumuz, yine bir sürü arkadaşımızın tutuklandığı, yine gösterilere 1 mayıslara polisin saldırdığı yılları bile bir lüks, bir rahatlık gibi algılatacak denli günleri ve sokakları kararttılar. yani bu kadarını mı hak etmişiz yaşamın. mahçubiyet içindeyim. kime, neye mahçubum bilemiyorum. belki de "daha bu iyi zamanlarımızmış" dediğim zamanlarda yeterince ses çıkarmadığım için mi. bireysel bunalımlarla enerjimi harcadığım, hayattaki mücadelenin gerçek hedefini göremediğim için mi. ifadenin, sanatın hazdan öte ereklerini yeterince irdelemediğim için mi. okulda ve işte karşılaştığım insanların retorik hamlelerle hükümeti savunuşlarına tam cevap vermeyi bilemediğimden, ne yapsam onlara anlatamadığımdan, en sonunda da pes ettiğimden mi. hayatta kaldığımdan mı. bodrum katlarında yahut meydanlarda ölmediğimden mi.

bir şey diyemezdim ben, ses çıkarmayı hakkım göremezdim, ama kendimle duramıyorum artık, belki buncacık "rahatlama"yı bile hak etmiyorum, ama elimde olmadan buraya yöneldim. yıllardır yazmadığım bu bloga. küçücük bir kutudan medet umar ve bulur hale geldim. yani bütün bunları ifade etmeli miyim, zamanı mı, yeri mi, uygun mu, hala emin değilim. bu sadece bir çığlık atma eylemi benim için. muhattabı bile olması gerekli değil.


 

2009-2016 Amme Hizmeti -sonikatak-